28 Ekim 2013 Pazartesi

GUCCI MADE TO MEASURE



A man of discernment
James Franco stars in Made to Measure, our bold fragrance campaign. Directed by Nicholas Winding Refn, this slick video is an elegant salute to the man who demands the very best.





























What's inside our new Made to Measure scent for men? Only the finest, most exacting ingredients, like Calabrian bergamot, French lavender, Sri Lankan nutmeg and juniper berry. Fresh but sensual, the fragrance is custom designed for men of extraordinary taste. Go ahead, open the bottle.



21 Ekim 2013 Pazartesi

ELIE SAAB SPRING SUMMER 2014 FASHION SHOW


Backstage, a plethora of floral colors lit the room, Chantilly lace, like delicate vines ironically stood their ground. Discover the Spring/Summer collection up-close, moments before its big debut.


VERSACE WOMEN'S SPRING SUMMER 2014 FASHION SHOW


21st Century Versace – new ease, rock energy, effortless luxury. The richness of Versace meets the attitude of the street, creating a fresh reality for day, and a powerful statement at night.




GUCCI PREMIERE; BEHIND THE SCENES WITH BLAKE LIVELY AND NICOLAS WINDING


What happens when you put a stunning Hollywood actor on location in Beverly Hills with a vanguard film director? A fragrance campaign that is more film than spot. Listen as Blake Lively, the face of our new Gucci Premiere fragrance, and director Nicolas Winding Refn, talk about how they made a blockbuster out of a scent.


15 Ekim 2013 Salı

2013 NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLÜ ALICE MUNRO'NUN

1931’de Ontario’da doğan Kanadalı yazar, 2013 Nobel Edebiyat Ödülü’nün yeni sahibi oldu.
Kanadalı eleştirmenlerin “Bizim Çehovumuz” diye tanımladıkları yüzyılın önemli öykücülerinden Alice Munro'nun ; Dance of the Happy Shades (Mutlu Gölgelerin Dansı / 1968), Something I’ve Been Meaning to Tell You (Sana Söylemek İstediğim Bir Şey / 1974), The Beggar Maid (Fakir Hizmetçi / 1978), The Moons of Jupiter (Jüpiter’in Ayları / 1982), The Progress of Love (Aşkın Gelişimi / 1994), Friend of My Youth (Gençlik Arkadaşım / 1990), Open Secrets (Aleni Sırlar / 1994), Selected Stories (Seçilmiş Hikâyeler, 1996) Çocuklar Kalıyor (1998), Hateship, Friendship, Courtship, Loveship, Marriage (Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik / 2001), No Love Lost (Hiçbir Aşk Kayıp Değil, 2003), Vintage Munro (Eski Munro, 2004), Kaçak (2004), The View from the Castle Rock (Castle Rock’tan Görünüş / 2006), Bazı Kadınlar (2009) dışında Lives of Girls and Women (Genç Kızların ve Kadınların Yaşamı / 1971) adlı öykü ve romanları yayımlandı.
Haftanın her günü sabah 8'den gece 12'ye dek yazan ve Türkçeye çevrilmeyi bekleyen 13 kitabı bulunan yazarın, tam da yazmaktan vazgeçmek üzereyken gelen Nobel Ödülüyle birlikte fikri değişmiştir diye umuyorum..

TÜRKAN ŞORAY YENİDEN YÖNETMEN KOLTUĞUNDA

Yönetmenliğini daha önce ‘Azap’, ‘Bodrum Hâkimi’, ‘Dönüş’ ve ‘Yılanı Öldürseler’ filmlerinde sergileyen Türk sinemasının sultanı, Erendiz Atasü'nün 'Kadınlar da Vardır' hikayesini çekmek üzere uzun bir aradan sonra yeniden yönetmen koltuğuna oturuyor. 

Kasım ayında çekimlerine başlanacak ve sürpriz sanatçıları bir araya getirecek olan filmin konusu ise, kadın dayanışması..








14 Ekim 2013 Pazartesi

CUMHURİYETİMİZİN 90.KURULUŞ YIL DÖNÜMÜ KUTLU OLSUN..



29 Ekim 1923..

29 Ekim 1923 yılında ilan edilen cumhuriyet tamamen halkın iradesini gözeten bir yönetim şeklidir. Cumhuriyet; demokratik bir ortamda, halkın kendi kendisini yönetecek kişileri seçme ve seçilme özgürlüğüdür. Atatürk’ de bu rejim sistemini seçerek ülkesinin yönetiminde halkının söz sahibi olmasını istemiştir. 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile babadan oğula geçen yönetim biçimi olan, padişahlıkta tamamen ortadan kaldırılmıştır.

Gerçekte TBMM` nin açıldığı tarih olan 23 Nisan 1920’de milli egemenliğin hakim kılındığı yeni bir devlet kurulmuştu ama Kurtuluş Savaşı’ nın devam ettiği o günlerde bu yeni rejim sistemini açıklamak yada adını koymak milli birlik ve beraberlik açısından uygun görülmemişti.

Saltanatın kaldırılması ve Lozan Antlaşması’ nın yapılmasından sonra, TBMM’de en çok tartışılan konulardan belki de en büyüğü yeni kurulan devletin niteliği sorunuydu. Bu yüzden yeni devlet rejiminin bir an evvel açık bir şekilde belirlenmesi gerekiyordu.

Mustafa Kemal Paşa 28 Ekim gecesi arkadaşlarına sorunun çözümüne ilişkin düşüncelerini açıkladı. İsmet İnönü ile beraber o gece devletin niteliğinin cumhuriyet olduğunu saptayan bir yasa tasarısı hazırladı.

Mustafa Kemal Paşa milletvekilleri ile bir bir görüşerek, hazırladıkları kanun tasarısı ile ilgili düşüncelerini öğrendi. Bu tasarıda “Hakimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu ve Türkiye Devletinin hükumet şekli cumhuriyettir” gibi hükümler yer alıyordu. Görüşmelerin ardından parti grubunda cumhuriyetin ilanı kabul edildi. Hemen ardından Büyük Millet Meclisi toplandı ve ilk önce anayasa komisyonunun tutanağı okundu. Bazı milletvekilleri cumhuriyet ile ilgili ateşli ve heyecanlı konuşmalar yaptılar. Ardından Şair Mehmet Efendi bütün milletvekillerini “yaşasın cumhuriyet” diye bağırmaya davet etti. Tüm milletvekilleri hep bir ağızdan “yaşasın cumhuriyet” diye bağırdılar. 29 Ekim 1923 günü kanun kabul edilerek yeni Türk Devletinin adı Türkiye Cumhuriyeti olarak değiştirilmiş oldu.

Atatürk’ün siyasal alanda yaptığı devrimlerden bir tanesi olan Cumhuriyetin ilanı ile artık Türk milleti kendi yönetim şeklini de tamamen değiştirmiş bulunmaktaydı. 29 Ekim tarihinde anayasanın bu konuya ilişkin ilgili maddeleri değiştirilerek ülkenin yeni yönetim şeklide cumhuriyet olarak şekillendirilmiştir.

Oy birliği ile Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanlığına seçilerek, ilk Cumhurbaşkanımız olmuş ve kürsüye çıkarak şöyle demiştir “Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır”

***
Milli birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyacımız olan bu günlerde, vatan topraklarının nasıl kazanıldığını bilen ve asla unutmayacak Atatürkçü, laik bireyler yetiştirilmesi dileğiyle,

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE..





7 Ekim 2013 Pazartesi

Japon Balıkları ve Felsefesi / Japanese Fish and Philosophy

Japonlar taze balığı hep çok sevmişlerdir. Fakat Japonya sahillerinde bol balık bulmak mümkün olmamakla birlikte, balıkçılar Japon nüfusunu doyurabilmek için daha büyük tekneler yaptırıp daha uzaklara açılabilmişlerdir. Fakat balık için uzaklara gidildikçe, geri dönmesi de daha çok vakit alır olmuş ve dönüş bir-iki günden daha fazla uzadığında, tutulan balıklar tazeliği kaybetmiştir.

Japonlar tazeliği kaybolmuş balığın lezzetini sevmemişlerdir. Bu problemi çözebilmek için balıkçılar teknelerine soğuk hava depoları kurdurmuş ve böylece istedikleri kadar uzağa gidip, tuttuklarını da soğuk hava deposunda dondurulmuş olarak saklayabileceklerini düşünmüşlerdir. Ancak Japon halkı taze ile donmuş balık lezzet farkını hissedebiliyor ve donmuş olanlara fazla para ödemek istemiyordur. Balıkçılar bu defa teknelerine balık akvaryumları yaptırmayı düşünürler. Balıklar içeride biraz fazla sıkışacaklardır, hatta, birbirlerine çarpa çarpa birazda aptallaşacaklardır, ama yine de canlı kalabileceklerdir. Fakat Japon halkı canlı olmasına rağmen bu balıkların da lezzet farkını anlayabiliyorlardır. Hareketsiz, uyuşmuş vaziyette günlerce yol gelen balığın, canlı, diri hareketli taze balığa göre lezzeti yine de etkilenmiştir.

Balıkçılar nasıl olacakta Japonya'ya taze lezzetli balığı getirebileceklerdi?
Siz olsaydınız ne yapardınız ? Hedeflerinize ulaşır ulaşmaz, mesela mükemmel bir eş buldunuz veya çok başarılı bir firmaya girdiniz, borçları ödediniz vs. heyecanınız kaybolmaya başlamaz mı? Aşırı çalışmanız gerekmiyorsa rahatlamaz mısınız? Lotoda büyük ikramiyeyi kazananlar parayı savurmaya başlamaz mı?
Japonların taze balık probleminde olduğu gibi çözüm aslında basittir.
1950’lerde L.Ron Hubbart’ın gözlemlediği üzere: İnsanoğlu ancak hırs iddiası içinde bulunursa anormal çabalar sarf eder. Ne kadar akıllı, uzman, inatçı iseniz iyi bir problemle uğraşmaktan o kadar zevk alırsınız. Problem sizi ne kadar zorluyorsa ve siz onu adım adım çözebiliyorsanız bundan da o derece mutluluk duyarsınız, heyecan duyarsınız ve enerji dolu, canlı, ayakta kalırsınız. Japonlarda balıkları yine teknelerindeki akvaryumlarda tuttular, ancak içine küçük bir de köpek balığı attılar. Bir miktar balık köpek balığı tarafından yutulmuştu, ama geride kalanlar son derece hareketli ve taze kalabilmişlerdi.

Buradan da görüleceği üzere problemlerden, uzaklaşmaktansa içine atlamak, boğuşmak ve onları yenmek gerekir. Problemimiz çok ve çeşitli olabilir. 

Onları tanıyın, organize edin, kararlı olun, daha çok bilgi ve yardım desteği ile onlarla savaşın. Beyninize bir köpek balığı atın ve nelere ulaşabileceğinizi görün.